18 Aralık 2021 Cumartesi

Leman Çıdamlı

 Leman Çıdamlı (d. 1 Ocak 1932 - ö. 18 Aralık 2012
Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu.


1974'te sinema filmi çekilen ve televizyon dizisi olarak da ekranlara gelen Kaynanalar adlı yapımda canlandırdığı "Nuriye Kantar" tiplemesiyle tanınır. "Nuriye Kantar" tiplemesinin yanı sıra "Mahallenin Muhtarları" dizisinde yaklaşık 10 yıl boyunca canlandırdığı kaynana Seher karakteriyle de akıllarda yer edinmiştir. Akciğer kanseri nedeniyle bir süredir tedavi gören Leman Çıdamlı 80 yaşında öldü; cenazesi ise Pendik; Şeyhli Mezarlığı'nda kısa süre önce vefat eden eşi Nejat Çıdamlı'nın yanına defnedildi. Kızı Ayşegül Uygurer'de kendisi gibi oyuncudur.


Filmografisi

Aşk Oyunu (2005)

Sen Ne Dilersen (2005)

Cennet Mahallesi (2004) - Suna

Büyükannenin Konağı (2003) - Büyükanne

Şöhretler Kebapçısı (2003)

Bedel (2000) - Meryem

Yasemince (1997) - Zehra

Gülşen Abi (1994) - Naciye

Nasreddin Hoca (1993)

Çılgın Aşıklar (1993)

Mahallenin Muhtarları (1992) - Seher

Varyemez (1991) - Melek

Zehir Hafiye (1989) - Zeynep'in Halası

Bıçkın (1988) - Osman'ın Ninesi

Kaynanalar (1988) - Nuriye Kantar

Aşkın Gözü Kördür (1987)

Perihan Abla (1986)

Kahkaha Marketi (1986) - Kabzımal Cemile

Bizim Kız (1977) - Toto Karaca seslendirmesi

Bülbül Ailesi (1976) - Asiye

Kaynanalar (1975) - Nuriye Kantar

Nöri Gantar Ailesi (1975) - Nuriye Kantar

Kanlı Deniz (1974) - Tonyalı'nın Karısı

Köyden İndim Şehire (1974) - Ali Rıza'nın Karısı

Kaynanalar (1974) - Nuriye Kantar

8 Ekim 2021 Cuma

volkan Saraçoğlu

 Volkan Saraçoğlu (1 Ocak 1954 Erzincan[- 8 Ekim 2014, İstanbul) Türk sinema, dizi ve tiyatro sanatçısı.

Erzincan'da doğdu. Liseyi Erzincan'da bitirdi. 1971 yılında İstanbul Maçka Teknik Makine Bölümünden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul'da Üç Maymun Kabare Tiyatrosu'nda profosyenel oldu. 1990 yılında Hazine ve Dış Ticaret Müdürlüğünden emekli oldu. 2007 yılında Sinan Bengier ve Ayberk Atilla ile kendi tiyatrosunu kurdu. Kendi yazdığı İnsanın İçi İğneli Fıçı adlı oyunu bir yıl oynadı. TV'de bir dönem Star TV'de kült olmuş dizilerden Bir Demet Tiyatro'da Numan karakteriyle hafızalara kazınan oyuncu Volkan Saraçoğlu, bir süredir tedavi gördüğü hastanede 8 Ekim 2014'te ölmüştür.[2] Cenazesi Habibler Yeşil Yayla Mezarlığı'na defnedilmiştir.[3]

29 Ağustos 2021 Pazar

FATOŞ BALKIR

 Fatoş Balkır   (d. 24 Ocak 1940 - ö. 29 Ağustos 1986),   Türk şarkıcı, tiyatro ve sinema oyuncusu, seslendirme sanatçısı.


Opera eğitimi almış olan Fatoş Balkır, daha sonra şarkıcılığa geçmiş, tiyatroda çalışmıştır. Uzun yıllar Lüküs Hayat operetinde rol alan sanatçı, ayrıca seslendirme konusunda önemli bir isim olup, bir dönem sinema ve televizyonlardaki bütün erkek çocuklarını seslendirmesiyle bilinir.


Filmografisi

İstanbul Kaldırımları - 1968



22 Temmuz 2021 Perşembe

TOTO KARACA

 Toto Karaca

Vikipedi, özgür ansiklopedi


İrma Felekyan ya da bilinen adıyla Toto Karaca (18 Mart 1912 – 22 Temmuz 1992), Türk opera ve tiyatro sanatçısı.


Türk sinema tarihinin önemli karakter sanatçılarındandır. Rock şarkıcısı Cem Karaca'nın annesi olarak tanınır.

Yaşamı

İran Ermenisi bir ailenin kızı olarak İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Teyzesi Vartiter Felekyan da tiyatrocu idi. Küçük yaşlarda bale dersleri aldı.


1930'lu yıllarda Ömer Aydın'ın operetlerinde yer aldı. Müzikli oyunlarda İrma Toto adını kullandı. 1939 yılında oyuncu Mehmet Karaca ile evlendi. 1945 yılında oğlu Cem dünyaya geldi.


Sinemada ilk defa 1947 yılında Kılıbıklar filminde rol aldı [1] Sinema oyunculuğunda devam ederek birçok komedi filminde Rum ve Ermeni rollerini oynadı. "Bizim kız", "Yasemin", "Bağda Gül", "Kadının Fendi", "Gülünüz Gülünüz" gibi sinema filmleri ve "Darısı Başınıza" ile "Komşumuz Balta Ailesi" televizyon dizilerinde rol aldı.


1960 yılında Ali Sururi ile birlikte İstanbul Tiyatrosu'nun kurucuları arasında yer aldı.[2][3][4]


1992'de İstanbul'da vefat etti. Cenaze merasimi Kumkapı Patriklik Kilisesi'nde icra olunarak Şişli Ermeni Mezarlığı'ndaki aile kabrine defnedilmiştir.


Rol aldığı bazı filmler

Kılıbıklar (1947)

Bağdagül (1947)

Keloğlan (1948)

Yalan (1949)

İstanbul Yıldızları (1952)

Eğlence Bülbülleri (1953)

Izdırap Şarkısı (1955)

Leyla (1962)

Gülünüz Güldürünüz (1977)

Bizim Kız (1977)

Yasemin (1988)

Kaynakça

^ Şani, Ahmet Esad. "Opera, tiyatro ve sinema sanatçısı Toto Karaca". Aa.com.tr sitesi, 21 Temmuz 2018. 22 Temmuz 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Şubat 2021.

^ "Cem Karaca'nın hayat hikayesi". CNNTürk. 4 Nisan 2016. 11 Aralık 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Aralık 2017.

^ "Mari Felekyan - Cem Karaca'nın şöhretli anneannesi". Bolsohays News. 29 Kasım 2017. 24 Aralık 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Aralık 2017.

^ "Anneler Babalar ve Çocuklar-Cem Karaca". TRT. 15 Haziran 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi.

WİKİPEDİA ÖZGÜR ANSİKLOPEDİ 

4 Şubat 2021 Perşembe

NERİMAN ALTINDAĞ TÜFEKÇİ

Neriman Altındağ Tüfekçi Doğum 14 Mart 1926 İstanbul, Türkiye Ölüm 3 Şubat 2009 (82 yaşında) İstanbul, Türkiye Meslekler Türk Halk Müziği solisti ve şefi Eş Muzaffer Sarısözen Nida Tüfekçi Neriman Altındağ Tüfekçi, (d. 14 Mart 1926, İstanbul - ö. 3 Şubat 2009, İstanbul)[1], İlk kadın Türk Halk Müziği solisti ve ilk kadın şefidir. Türk sanat müziği sanatçısı Perihan Altındağ Sözeri ile kardeştir. Ailesi aslen Amasyalıdır, babası Amasya'lı Nurettin Behiç Bey'dir anne tarafı ise Erzurumludur. İlkokulu, Nene Hatun İlkokulu'nda, Ortaöğretimini ise Nişantaşı Kız Lisesi'nde 1942 yılında bitirdi. Liseyi bitirdiği yıl olan 1942'de sınavla Ankara Radyosu'na girdi. Türk Halk Müziği'nin bağımsız bir dal olarak ayrılmasından sonra bu ihtisas dalını seçen ilk kişidir. 1949 yılında Yurttan Sesler Korosu Şef yardımcılığına atandı. 1950 yılında repetitörlük ve 1953 yılında solist öğretmenliği unvanını aldı. 1957 yılında Kadınlar Korosu"nu kurdu ve yönetti. 1959 yılında İstanbul Radyosu'na atandı. İstanbul Radyosu'nda solistliğin yanı sıra Yurttan Sesler Kadınlar Korosunu kurdu ve yönetti. Türk Müziği Şube Müdür Yardımcılığı görevini de yürüttü. 1972 yılında tekrar Ankara Radyosu'na dönerek solistlik ve şeflik görevlerini burada sürdürdü. İstanbul'da kurulmakta olan Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nın kuruluş çalışmalarına katılamak amacıyla, 1976 yılında TRT'den ayrılarak Konservatuvar'a Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi ve Öğretim görevlisi olarak atandı. Muzaffer Sarısözen'le evliliğinden Memil Sarısözen (1952) adlı bir oğlu, Nida Tüfekçi ile evliliğinden Gamze (Tüfekçi) Yazıcı (1958) adlı bir kızı vardır. Sanat yaşamı boyunca çeşitli görevler üstlenmiş olan Neriman Altındağ Tüfekçi, repertuvarında yer alan tüm öğelere ait türkü ve özellikle uzun havaları aslına ve yöre üslubuna uygun yorumuyla solist olarak büyük başarı ve ün kazanmıştır. Zamanın akademik eğitim veren tek kuruluşu olan Ankara Radyosun'da oluşturulan büyük jürilerce yapılan sınavları üstün başarı ile kazanarak; İlk kadın solist, İlk kadın öğretmen, İlk kadın şef ve bugüne kadar Halk Müziği dalında verilen ilk ve tek kadın artist-öğretmen unvanlarına layık görülmüştür. Hançere özelliği ve sesinin genişliği yanı sıra çok titiz çalışması onun, gerek uzunhavalar gerekse kırıkhavalar konusunda en geniş repertuvara sahip Halk Müziği sanatçısı olmasını sağlamıştır. Yüzden fazla derlemesi bulunan Neriman Altındağ Tüfekçi'nin Nida Tüfekçi ile birlikte yazdığı "Memleket Türküleri" adlı bir de kitabı vardır. Gerek şef ve gerek solist olarak çeşitli radyo ve televizyon konserlerinin yanı sıra, Japon Kültür Bakanlığı'nın özel davetlisi olarak Tokyo ve İşikava'da açıklamalı konserler vermiştir. Ulusal ve Uluslararası kongre, rostrum ve sempozyumlarda çeşitli bildiriler sunan Neriman Altındağ Tüfekçi, Halk Müziği ile ilgili değişik konularda konferanslar vermiştir. Bugün Halk Müziği'nin ön sıralarında yer alan sanatçıların çoğu onun öğrencileridir. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nın yüksek ve lisansüstü bölümlerinde öğretim görevlisi ve Danışma Birimi üyesi olarak çalışmalarına devam etmiştir. Neriman Altındağ Tüfekçi, 3 Şubat 2009'da geçirdiği kalp krizinin ardından tedavi altına alındığı hastanede öldü.

27 Mart 2019 Çarşamba

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

Halid Ziya Uşaklıgil (1866 – 27 Mart 1945),

Yaşamı

İstanbul’un Eyüpsultan semtinde doğdu. Uşşâkizâdeler diye anılan ve bir kolu İzmir’e yerleşerek halı ticaretiyle uğraşan Uşaklı Helvacızâdeler ailesine mensuptur. Babası halı tüccarı Halil Efendi, Uşak’tan İzmir’e göçmüş varlıklı bir ailedendi. Halid Ziya, o sırada İstanbul’a yerleşmiş olan Halil Efendi ile Behiye Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak Dünya’ya geldi.
Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etti. 93 Harbi’nin başlaması ile Halil Efendi’nin işleri bozulunca[2] aile, İzmir’e yerleşti ve Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürdü. Ardından İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi; Fransız edebiyatını yakından tanıdı.
Fransızca çeviri denemeleri yaptıktan sonra henüz öğrenci iken ilk yazılarını yayımlamaya başladı. Önce İzmir çevresinde kendini tanıttı. Bâzı edebî yazılarını İstanbul’da Hazine-i Evrak adlı önemli bir dergide “Mehmet Halid” adıyla yayımladı. İlk yazısı Hazîne-i Evrak’ta çıkan “Deniz Danası”dır. İlk edebî yazısı (mensur şiir) “Aşkımın Mezarı” ise Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı (23 Nisan 1883). 1884’te Envâr-ı Zekâ’ya tercümeler yaptı. Tevfik Nevzat ve Bıçakçızâde Hakkı’yla birlikte “Nevruz” dergisini çıkarmaya başladı (13 Mart - 27 Ağustos 1884 arasında on sayı). Burada Alfred de Musset, Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden nesir halinde şiir tercümeleri, Louis Figuier’den popüler fenle ilgili yazılar ve derginin ilavesi olarak George Ohnet’nin “Demirhane Müdürü” adlı romanını yayımladı.
İstanbul’a giderek hariciyeci olmak için başvurdu; başvurusu kabul edilmeyince İzmir’e döndü. İstanbul’da bulunduğu süre içinde Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak uzun süredir yazmak istediği kitabı yazdı. Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır[2]. İzmir’e döndükten sonra İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başladı. İzmir İdadisi’nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; Fransızcanın yanı sıra Türk Edebiyatı dersleri verdi.

Hizmet Gazetesi

1886’da idadide birlikte çalıştığı arkadaşı Tevfik Nevzat ile birlikte “Hizmet” adlı bir gazete çıkararak yapıtlarını burada yayımladı. Hizmet, vali Halil Rıfat Paşa[2] ve hukuk dairesi reisi himayesinde yayımlanmış ve şehrin kültür sanat hayatına canlılık getirmiş, Halit Ziya’ya ise geniş bir yazı alanı açmıştı. İlk eserlerinden “Nemide” (1889), “Bir Ölünün Defteri” (1889), “Ferdi ve Şürekâsı” (1894) Hizmet’te tefrika edilmiş duygusal, kısa romanlardır. 1885’te dizi olarak yayımlamaya başladığı “Sefile” adlı ilk romanı ise ahlaka aykırı olduğu gerekçesi ile yasaklandığı için yarım kaldı ve kitap haline gelmedi. Bu romanda masum bir genç kızın aldatılışını ve çektiği acıları anlatmaktaydı.
Halit Ziya’nın romanları kadar mensur şiirleri de ilgi uyandırmış ve moda olmuştu. Mensur şiirler, Muallim Naci gibi divan şiiri taraftarlarından olumsuz eleştiriler alsa da, Recaizade Mahmut Ekrem, Hizmet’e gönderdiği tebrik yazısı ile yetenekli bulduğu Halit Ziya’ya destek vermişti.
Yazar, dünya edebiyatı hakkında, tiyatro tarihi hakkında yazı dizileri hazırlamış; romantizmin temsilcisi Ahmet Mithat Efendi’yi eleştirdiği ve realizmi savunduğu bir eleştiri dizisi yayımlamıştır.
Halit Ziya, 1888’de annesi Bediye Hanım’ı kaybetti. 1889’da amcası ile iki aylık seyahate çıkarak Uluslararası Paris Sergisi’ni gördü. Gezi izlenimlerini Hizmet ve Tarîk’e gönderdiği mektuplarda anlattı.[3] Aynı yılın sonunda Meclis-i Ayan Reisi Emin Ali Efendi’nin kızı Fatma Memnune Hanım’la evlendi. Halit Ziya’nın bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya gelmiştir: Vedide, Bihin, Sadun, Güzin, Vedad ve Bülend. İlk çocuğu Vedide’yi geçirdiği bir hastalık sonucu kaybetti. Aynı şekilde Sadun ve Güzin’i de küçük yaşta kaybedecek, oğlu Vedat ise 33 yaşında trajik bir intiharla hayatına son verecektir. Halit Ziya, Sadun için Kırık Oyuncak, Güzin için Kırık Hayatlar ve Vedad için "Bir Acı Hikâye” adlı kitapları yazmıştır.

Servet-i Fünûn

Bankadaki işinden ayrılıp İzmir’de vali kâtipliğine başlayan Halid Ziya, bu görevde uzun süre kalmadı. 1893’te, İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nden gelen başkâtiplik teklifi üzerine İstanbul’a gitti. Bu görevi on altı yıl sürdürdü. Bu işinde, vaktinin çoğunu okuma ve yazmaya ayırma fırsatı buldu. Reji’deki çalışma günlerinde Recaizade Mahmut Ekrem aracılığıyla Edebiyat-ı Cedide adlı edebiyat topluluğuna katıldı. Bu topluluğun en önemli isimlerinden birisi oldu. 1901’de kapatılıncaya kadar topluluğun çıkardığı Servet-i Fünûn Dergisi’nde yazılar, hikâyeler, romanlar yayımladı. Kendisini Türk edebiyat tarihine mal eden büyük romanlarını bu topluluk içinde verdi.
Servet-i Fünun’da 1897’de tefrika ettiği Mai ve Siyah onu Edebiyât-ı Cedîde’nin tartışmasız en önemli romancı ve hikâyecisi yaptı[3] Romanda acıklı aşk serüveni konusunu geri plana alıp dönemin basın dünyasını, Edebiyat-ı Cedide kuşağının bu dünyaya bakış açısını yansıttı. Bu roman, topluluğun beyannamesi vazifesini gördü[2].
İlk büyük Türk romanı kabul edilen Aşk-ı Memnû’yu 1898-1900 yılları arasında yazdı. Bu eserde zengin bir adamın genç ve güzel karısının yasak bir aşka sürüklenişini gerçekçi bir biçimde, olayın psikolojik nedenleri üzerinde durarak anlattı. Dönemin İstanbul alt kültürleriyle son derece içli dışlı olması, yazarın bu eserini yazmak amacıyla gerekli malzemeyi toplamak için gösterdiği çabanın ürünüdür. Özellikle de o dönem Boğaziçi’nde yalı sakini aileler arasındaki esrar kullanma geleneği, yazarın ciddi psikolojik açılımlar yaşamasına sebep olarak eserin gelişimine ciddi etki etmiştir. Eseri, 1909’da Sabah gazetesinde tefrika edildi.
Yazar, Mai ve Siyah’ ın gördüğü rağbet üzerine başka dergi ve gazete sahiplerinin kendisinden yazı istemesi üzerine tiraji yüksek İkdam ve Sabah gazetelerinde de yazılar yayımlamıştır. Ancak Servet-i Fünun’da yazan İsmail Safa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine roman tefrika etmek dışında hiç yazı yayımlamadı.
Halid Ziya, 1901’de Kırık Hayatlar adlı romanı tefrika edilmekte iken Hüseyin Cahit’in "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazısı üzerine Servet-i Fünûn kapatıldı ve topluluk dağıldı.

Ayastefanos’a yerleşm

Halid Ziya, Servet-i Fünûn kapatılıp topluluk dağılınca edebiyat hayatından uzun süre uzak kaldı. Rumların ve Ermenilerin yaşadığı bir balıkçı köyü olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy semti)’a bir köşk yaptırdı ve Tevfik Fikret’in Aşiyan’a yerleştiği 1905 yılında Halid Ziya da kendi köşküne yerleşti. Bâzı eserlerinin kitap halinde yayımını gerçekleştirdi. Reji’deki işleri dışında vaktini dostlarıyla sohbet ve okumayla geçirdi.

II. Meşrutiyet

Halid Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya, Meşrutiyetin ilanı ile fikir ve sanat hayatının canlanması üzerine yeniden yazmaya başladı. Birçok gazete ve dergiye yazılar gönderdi. II. Abdülhamit döneminin “istibdat yılları” olarak anılan son yıllarını ve yurdu değiştirmek isteyenlerin mücadelesini konu alan “Nesl-i Ahir” adlı romanı kaleme aldı. Sabah gazetesinde tefrika edildikten sonra eseri kitaplaştırmadı. Bu arada Darülfünun’da Batı edebiyatı tarihi ve estetik dersleri verdi.
Sultan Reşat’ın Osmanlı tahtına çıkmasından sonra İttihat ve Terakki hükümeti tarafından mabeyn başkatibi olarak sarayda görevlendirildi. Saraydaki görevi sırasında yazmayı uygun görmediği için yazılarına ara verdi. Görevi gereği padişahla gezilere çıktı. 1911’de Âyân Meclisi üyesi oldu.
1912’de saraydaki görevi sona erdi. Darülfünun’da ders vermeye geri döndü.
1914’te Tedavi amaçlı bir Avrupa seyahatine çıktı. Saray ve Ötesi (1940-1942) ile Bir Acı Hikâye adlı hâtıratında Almanya ile ilgili geniş bilgi verdi; seyahat notlarını “Almanya Mektupları” başlıkları altında Tanin gazetesinde yayımladı.
Sait Halim Paşa’nın Almanya’ya inceleme gezisine gönderdiği şair ve yazarlar arasında Almanya’ya gitti, çeşitli kültürel faaliyetlere katıldı. Darülbedayi’de edebî kurul üyeliğinde bulundu. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinden sonra Reji idaresinde yönetim kurulu başkanı oldu. 1918’de oğlu Halil Vedat ve yeğenleriyle çıktığı Avrupa gezisinden 14 ay sonra döndü.

Cumhuriyet dönemi

Milli mücadele döneminde genellikle Ahmet Cevdet’in İkdam Gazetesi’ne yazılar gönderdi. Çoğunlukla dil ve edebiyatla ilgili yazılar yazdı.
Cumhuriyet döneminde kendisini tamamen edebiyata verdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin şekillenmesini uzaktan izledi ve fazla eser vermedi.
1930’larda yazı hayatına büyük bir canlılıkla döndü. Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazıları yayımlandı. Özellikle hatıra tarzında yazılarıyla edebiyat dünyasında aktüel bir isim haline geldi.
Dil devrimi’ne gönülden inanan yazarın I. Türk Dili Kurultayı’nda (26 Eylül 1932) sunduğu, Türkçe’nin geçirdiği evreleri ve dil sevgisini sanatkârane bir üslûpla dile getiren bildiri çok ses getirdi.[3] Bâzı eserlerini sadeleştirdi ve Latin harfleriyle yeniden yayımladı.
1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 33 yaşında intihar etmesi üzerine büyük bir yasa girdi. Acısını, yazmakla hafifletmeyi seçti. Her türlü tedaviyi reddettiği uzun bir hastalığın ardından 27 Mart 1945’te hayatını kaybetti. Bakırköy mezarlığında oğlu Halil Vedat’ın yanına gömüldü.

Edebî Kişiliği

Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme alan Halid Ziya modern Türk edebiyatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilir.
Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bâzı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “mensur şiirler” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı.
1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme alan yazar, bu türdeki ilk eserlerini Fransız realistleri ve natüralistlerinden etkilenerek yazdı. Acemilik dönemi ürünü olan ilk romanlarından sonra Ferdi ve Şürekâsı ile olgunluk dönemine girdi ve ardından Servet-i Fünun’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme aldı.[3] Romanlarında olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir.[3] Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz. Romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görmüştür.[4]
Hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir.[5] Hikâyeleri, romanlarına oranla daha doğal ve yerlidir.
Roman ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır[5]

Eserleri

Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnû, Kırık Hayatlar, Nesl -i Ahir, Kezban-ı Kopya
Hikâyeleri: Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nakıl, Bu Muydu, Heyhat, Küçük Fıkralar, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dairdi, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi, Kar Yağarken
Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu?
Oyunları: Firuzan, Kâbus, Fare
Hatıraları: Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye, Saray ve Ötesi
Gezi Yazıları: Almanya Mektupları, Alman Hayatı
Denemesi: Sanata Dair
Mensur Şiir: Mezardan Sesler, Mensur Şiirler
Ansiklopedik kitapçıklar:
Hamil, Va’z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya.
Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair.

Kaynakça

  1. ^ Hüseyin Yaşar, Nesl-i Âhir’de Bir Meşrutiyet Aydını: Süleyman Nüzhet, Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 33
  2. ^ a b c d Sevda Altunbaş, Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Kadın ve Kadın Eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Ana Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Programı Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007
  3. ^ a b c d e Zeynep Kerman Uşaklıgil, Halit Ziya, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 42, Yıl 2012
  4. ^ Zeynep Uysal’la Halit Ziya Edebiyatı Üzerine 2, Besharfliler.com sitesi, 28.10.2015
  5. ^ a b Halit Ziya Uşaklıgil, Hayatı, Edebî Kişiliği, Edebiyatekibi.com sitesi, Erişim tarihi:30.10.20152’

Ayrıca bakınız

Dış bağlantılar

Paperback-stack.png edebiyat portali

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Leyla Gencer

Ayşe Leyla Gencer, (d. 10 Ekim 1928; Polonezköy, ö. 10 Mayıs 2008[1]; Milano), Türk opera sanatçısı. 20. yüzyılın en önemli sopranolarından biri olarak görülür.
Batı ülkelerinde "La Diva Turca", "La Gencer", "La Regina" olarak ün yapan; Milano, Roma, Napoli, Venedik, Viyana, Paris, San Francisco, Köln, Buenos Aires, Londra, Rio de Janerio, Bilbao, Chicago’da sanatını dinleten; Lucia’nın, Norma’nın, Lady Macbeth’in, Queen Elizabeth’in, Filoria Tosca’nın, Lucrezia’nın, Madam Butterfly’ın, Alceste’nin, Aida’nın, Violetta’nın, Leonora’nın "Leyla la Turca"sı soprano Leyla Gencer, hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmış sanatçılardandır. Opera repertuarı 23 bestecinin 72 yapıtını kapsamıştır. Gencer, T.C. Devlet Sanatçısıdır.


Doğumu ve ailesi

Leyla Gencer 1928'de Polonezköy'de doğdu. Babası Safranbolulu köklü Müslüman bir ailenin oğlu olan Hasanzade İbrahim Bey, annesi Polonyalı Katolik bir ailenin kızı olan Alexandra Angela Minakovska'dır. Ailesi sonradan Çeyrekgil soyadını aldı. Annesi, İbrahim beyle evlendikten sonra Müslüman olup Atiye adını aldı. Gencer ileriki yıllarda bir röportajında "Müslüman ve oryantal bir altyapıdan geliyorum" demiştir.[1]
Babası İbrahim Bey, ağabeyi Hüseyin Çeyrekgil ile çiftçilik, balıkçılık, taşımacılık ve Çubuklu suyunun işletmesini yapıyordu; ayrıca Lale Sineması’nın işletmesini üstlenmişti ve Karaköy’de hanları bulunuyordu. Leyla, babasını genç yaşta kaybetti. 1946'da varlıklı bir bankacı olan İbrahim Gencer ile evlendi ve Gencer soyadını aldı.
 

Eğitimi

Leyla Gencer, İstanbul İtalyan Lisesi'ni bitirdi ve bir süre İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda şan eğitimi aldı. Konservatuvarda, Fransa'nın önde gelen hocalarından Reine Gelenbevi, ünlü orkestra şefi Muhittin Sadak ve besteci Cemal Reşit Rey'in öğrencisi oldu. Ankara Devlet Konservatuvarı'nda ders vermek üzere Türkiye'ye gelen ünlü İtalyan soprano Giannina Arangi-Lombardi ile tanıştıktan sonra İstanbul'daki konservatuvar eğitimini yarıda bırakarak çalışmalarını Ankara'da onun özel öğrencisi olarak sürdürdü. Ankara Devlet Tiyatrosu'nun (opera da tiyatroya bağlı idi) korosuna girdi. Hocası Arangi Lombardi, bir yıl sonra kızını ziyaret için gittiği İtalya'da hastalanarak hayatını yitirince çalışmalarını İtalyan bariton Apollo Granforte ile sürdürdü.

Opera kariyeri

Leyla Gencer, Devlet Tiyatroları Ankara Operası'nda korist olarak görev yapmaktayen Ankara'ya geldiği yıl (1950'de) sahnelenmeye başlayan Cavallerina rusticana operasında Santuazza rolü ona verildi, Gencer'in opera kariyeri bu rolle başladı.
Leyla Gencer, Ankara Devlet Operası'nda görev yaptığı 1950-1958 yılları arasında devlet konuklarına verilen resitallerde en çok görev alan sanatçılardan oldu. ABD devlet başkanlarından Harry S. Truman, Dwight Eisenhower, Yugoslavya'nın kurucusu Mareşal Tito, İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Prenses Süreyya, Ürdün Kralı Hüseyin, huzurunda resitaller verdiği devlet konuklarındandır.
İlk defa 1953 yılında, Türkiye ile İtalya arasında imzalanan Kültür Anlaşması çerçevesinde bir radyo konseri vermek için Roma'ya gitti. Bu konserin başarısı üzerine Napoli Yaz Festivali'nde sahnelenen Cavelleria rusticana operası'nda başrol üstlenmek fırsatını elde etti. Bir sonraki sezon Napoli'nin ünlü San Carlo Operası'nda Eugenio Onegin ve Madam Butterfly operalarında başrol oynama teklifi aldı. Leyla Gencer'in uluslararası platformdaki opera serüveni böylece başladı, Madam Butterfly operasındaki başarısı ile Napolillerin sevgisini kazanan Gencer, Napolili Türk olarak anılmaya başladı. Bu başarı bir sonraki sezon San Carlo Operası'nda sahnelenen La Traviatadaki Violetta rolü ile sürmüştü. Sanatçı "La Traviata"'yı Palermo, Trieste, Ankara, Torino, Varşova, Poznan, Lodzi Krakov'da, Viyana Devlet Operası'nda Herbert von Karajan yönetiminde, San Francisco ve Philadelphia'da, Moskova ve Leningrad'da seslendirdi. 1956'da San Francisco operasında San Francesca da Rimini operasında son anda oynayamayacağını bildiren ünlü soprano Renata Tebaldi'nin yerine başrolü seslendirdi. Eserin San Francisco ve Los Angeles temsillerinden sonra San Francisco operası ile kontrat imzaladı.
1957 sezonunda San Fransicso Operası'nda sahnelenen La Traviata operasında başrolü Leyla Gencer, Lucia di Lammermoor operasında ise dünyaca ünlü soprano Maria Callas üstlenmişti. Callas'ın gelmemesi üzerine Lucia rolünü de Gencer üstlendi ve büyük başarı kazandı. O günden başlayarak ABD'de sayısız opera temsili, resital, konser gerçekleştirdi.
26 Ocak 1957 gecesi Leyla Gencer, kendisine koyduğu Milano'nun ünlü La Scala Tiyatrosu'nda sahneye çıkma hedefine ilk defa ulaştı. Fransız besteci Francis Poulenc'in Carmelit'lerin Diyaloğu eserinin dünyadaki ilk temsilinde başrolü (Lidoine-başrahibe) oynadı. Scala'daki ilk sahneye çıkışından sonra Gencer, 18 Şubat 1957'de tüm zamanların en büyük orkestra şefi kabul edilen ve kısa bir süre önce ABD'de hayatını kaybeden Arturo Toscanini için Milano'nun Duomo di Milano Katedralı'nda düzenlenen görkemli cenaze töreninde Verdi'nin Requiem'i seslendirilirken soprano partisini başarıyla söyledi. Bu başarının ardında La Scala Operası'nın Köln Operası'nın açılışı nedeniyle düzenlediği turnede Verdi'nin Kaderin gücü adlı eserinde başrol oynadı. 1958'de Pizzetti'nin dünyada ilk gösterimi gerçekleşen Katedral'de Cinayet adlı eserinde başrahibe rolünü, ardından Boito'nun az bilinen Mefistofele operasında Margherita rolünü üstlendi.
Gencer, 1958 yılında kontratı feshedilinceye kadar yurtdışındaki operalarda Ankara Devlet Operası Sanatçısı sıfatıyla rol aldı. 1958'de görevine son verildikten bir süre sonra Milano'ya yerleşti. 1958'de İtalyan Radyosu'nda Donizetti'nin "Anna Bolena" operası Leyla Gencer'in yorumuyla yayımlanmıştı (Bu yayım, 1980'de plak olarak piyasaya çıktı). Bu yorumun başarısı üzerine ünlü orkestra şefi Vittorio Gui şefliğini yaptığı 3 ayrı eserde, 3 ayrı kentte (Palermo, Floransa Roma Operaları) başrol teklif etti. Gencer böylece 1959 yılı Floransa Festivali'nin açılışında Verdi'nin 1849'dan beri hiç sahnelenmemiş "Legnano Savaşı" adlı eserinde başrolü oynadı. Bunu, Palermo'da Verdi'nin "Macbeth" Operası, Roma'da Mozart'ın "Don Giovanni" Operası'nı seslendirdi.
Gencer, 1960'larda mesleğinin doruğuna çıktı. Hiç bilinmeyen operaları seslendirmeyi sürdürdü. 1963'te Verdi'nin unutulmuş operası "Kudüs"te başrol Elena'yı oynadı. Bunu Donizetti'nin hiç bilinmeyen operası "Robert Devereux"daki Kraliçe Elizabeth rolü ve Bellini'nin 130 yıldır sahnelenmeyen "Beatrice di Tanda" operası takip etti.
1985 yılında sahneye veda eden sanatçı, 1983-1988 yılları arasında As. Li. Co.’nun genel sanat yönetmenliğini yürüttü, 1997-1998 arasında La Scala korosunun genç sanatçılar okulunda yöneticilik yaptı, vefatına kadar La Scala Tiyatrosu'nda opera sanatçıları için kurulan akademinin sanat yönetmenliğini yapmaktaydı. Gencer, aynı zamanda opera yorumu üzerine dersler vermeye devam ediyordu. Uluslararası yarışmalarda seçiciler kurulu üyelikleri yapan, festivallere, seminer ve konferanslara katılan Leyla Gencer, İstanbul’da kendi adını taşıyan “Uluslararası Şan Yarışması”nın kurucusudur. Yarışma, 1995 yılından beri düzenlenmektedir.
 
Leyla Gencer, 1988 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanıyla onurlandırıldı.
2004 yılında Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından 1000 yılın Türkleri özel koleksiyonunda adına 15.000.000 TL değerinde 0.999 ayar gümüş hatıra para basıldı.

Vefatı

10 Mayıs 2008'de Milano'daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybetti. Leyla Gencer’in cenazesi 12 Mayıs günü Milano’da La Scala Operası’nın Santa Babila Kilisesi‘nde düzenlenen kalabalık bir törenden sonra vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakıldı. Leyla Gencer’in külleri daha sonra İstanbul’a getirildi. Kendi vasiyeti gereği küller, 16 Mayıs günü Dolmabahçe Sarayı ile Dolmabahçe Camii arasındaki yapılan bir törenden sonra Dolmabahçe açıklarında Boğaz sularına döküldü[2]. Törende, Mozart'ın Requiem'inden "Lacrimosa" ile Ahmed Adnan Saygun'un "Yunus Emre Oratoryosu"'nun 5, 12 ve 13. bölümleri İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu tarafından seslendirildi.[2]
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yeni yapılmakta olan merkezinde sanatçının vasiyeti üzerine bir "Leyla Gencer Müzesi" oluşturulması öngörülmektedir.

Leyla Gencer Şan Yarışması

İlki "Yapı Kredi Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması" adıyla 3-9 Eylül 1995 tarihinde gerçekleştirilen Leyla Gencer Şan Yarışması, 2006 yılından bu yana iki yılda bir, La Scala Tiyatrosu Sahne ve Gösteri Sanatları Akademisi Vakfı işbirliğiyle İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenleniyor. 1997 yılındaki ikinci yarışmaya Leyla Gencer jüri üyesi olarak katıldı. Her iki senede bir gerçekleştirilen yarışma 1999 yılında 17 Ağustos Depremi nedeniyle düzenlenmedi.[3]
Bugüne kadar birçok ülkeden yüzlerce sanatçının katıldığı Leyla Gencer Şan Yarışması'nda dereceye girenler dünyaca ünlü operalardan konser teklifleri aldılar.[3]

Diskografi

  • Bellini: Norma / 1966, de Fabritiis, Gencer, Cossotto, et al
  • Bellini: Norma / 1965, Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
  • Bellini: Beatrice di Tenda1964 / Gui, Gencer, Zanasi, et al
  • Bellini: I Puritani 1961 / Quadri, Gencer, Raimondi, et al
  • Pacini: Saffo 1967 / Gencer, Del Bianco, Mattiucci
  • Cherubini: Medea 1968/ Gencer, Bottion, et al
  • Mayr: Medea in Corinto 1976/ Ferro, Gencer, Johns
  • Gluck: Alceste 1967/ Gui, Gencer, Picchi
  • Chopin: Polish Songs; Liszt / Leyla Gencer, Nikita Magaloff
  • Donizetti: Anna Bolena 1958/ Gavazzeni, Gencer, Simionato, et al
  • Donizetti: Anna Bolena 1965/ Gavazzeni, Gencer, Cava, et al
  • Donizetti: Caterina Cornaro 1972 / Cillario, Gencer, Aragall
  • Donizetti: Les Martyrs / 1975 Camozzo, Gencer, Bruson, et al
  • Donizetti: Les Martyrs / 1978 Gelmetti, Gencer, Bruson, et al
  • Donizetti: Lucrezia Borgia / 1970 Gracis, Gencer, Raimondi et al.
  • Donizetti: Lucrezia Borgia / 1966 Franci, Gencer, Aragall, Petri et al.
  • Donizetti: Maria Stuarda / 1967 Molinari-Pradelli, Gencer, Verret, Tagliavini et al.
  • Donizetti: Messa di Requiem / Gavazzeni, Teatro La Fenice
  • Donizetti: Roberto Devereux 1964 / Gencer, Cappuccilli, et al.
  • Donizetti: Belisario 1969 / Gavazzeni, Gencer, Taddei et al.
  • Mozart: Don Giovanni 1960/ Molinari-Pradelli, Gencer, Petri, Bruscantini, Stich-Randall et al
  • Mozart: Don Giovanni 1962/ Solti, Gencer, Jurinac, Freni
  • Ponchielli: La Gioconda 1971 / de Fabritiis, Gencer, Raimondi
  • Zandonai: Francesca da Rimini 1961 / Capuana, Gencer, Cioni et al.
  • Rossini: Elisabetta, Regina d'Inghilterra 1971/ Sanzogno, Gencer, Grilli
  • Verdi: I due Foscari" 1957/ Serafin, Gencer, Guelfi
  • Verdi: Battaglia di Legnano (Legnano Savaşı) 1959/ Gencer, Limarilli
  • Verdi: Rigoletto 1961/ Quadri, Gencer, McNeil, Raimondi
  • Verdi: Gerusalemme 1963/ Gavazzeni, Gencer, Aragall, Guelfi
  • Verdi: I Vespri Siciliani 1965/ Gavazzeni, Gencer, et al
  • Verdi: Macbeth 1960/ Gui, Gencer, Taddei, Picchi et al.
  • Verdi: Macbeth 1968/ Gavazzeni, Gencer, Guelfi, Corradi, et al
  • Verdi: Attila 1972/ Silipigni, Gencer, Hines
  • Verdi: Ernani 1972/ Gavazzeni, Gencer, Bergonzi
  • Verdi: Simon Boccanegra 1961/ Gavazzeni, Gobbi, Gencer
  • Verdi: Il Trovatore 1957/Previtali, Gencer, Del Monaco, Barbieri, Bastianini
  • Verdi: Un ballo in maschera (Maskeli Balo) 1961/ Gencer, Bergonzi
  • Verdi: Aida 1956/ Capuana, Gencer, Bergonzi, Cossotto
  • Verdi: La Forza del Destino (Kaderin Gücü) 1957/ Serafin, Gencer, Di Stefano
  • Verdi: La Forza del Destino 1965/ Molinari Pradelli, Gencer, Bergonzi

Kaynakça

Dış bağlantılar

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Feyhaman Duran

Feyhaman Duran (d. 17 Eylül 1886, Kadıköy, İstanbul, Türkiye - ö. 6 Mayıs 1970 İstanbul), Türk ressam ve hattat.
Türk Resim Sanatı'nda, portre sanatının ilk ve en önemli temsilcisi sayılır.[1]1914 Çallı Kuşağı ressamlarındandır. Özellikle Atatürk ve İnönü portreleriyle ünlenmiştir.

Yaşamı

1886'da İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, Rüsamet Emaneti (Gümrükler memur) Süleyman Hayri Bey'dir.[2] Annesini genç yaşta kaybetti. Babası, eşinin vasiyetini yerine getirerek oğlunu 1895 yılında, günümüzdeki adı Galatasaray Lisesi olan, Galata Sarayı Humayun Mektebi'ne kaydettirdi. Burada, ressam Şevket Dağ, Tevfik Fikret ve Viçen Arslanyan Efendi'nin öğrencisi oldu. Okulda tarama kalem ve çini mürekkebiyle, daha sonra da yağlıboya resimleriyle dikkat çekti ve özellikle Hüsn-ü Hat, yani Güzel Yazı dersinde başarılı oldu.
1908 yılında okulu bitirir bitirmez Bab-ı Ali'ye kâtip olarak girdi. Aynı yıl Hüsn-ü Hat öğretmeni olarak, mezun olduğu Galata Sarayı Humayun Mektebi'ne atandı ve hocası hattat Tahsin Bey’in yerine bu dersi verdi. Mısırlı prens Abbas Halim Paşa'nın, güzel sanatların çeşitli bölümlerinde başarı gösterenler arasından yaptığı seçimle Avrupa'ya gönderdiği öğrenci grubuna girerek Paris’e gitti.[3]. Konu ile ilgili bir rastlantıyı kendi ifadesiyle şöyle aktarmıştır:
Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeniydim, birgün tanıdığım bir hanımefendiye resmini yapmayı teklif ettim. Bana: ‘ben yaşlıyım ne olacak resmimi yapıp ta? Onun yerine şu küçük kız çocuğunun resmini yap!’ diyerek çantasından küçük bir kız çocuğunun resmini çıkarıp verdi. Bu resmi bir portre haline getirdim. Çocuğu tanımıyordum. Sonradan bunun zamanın ünlü kişilerinden Prens Abbas Halim Paşa’nın dördüncü kızları olduğunu öğrendim. Paşa, bu resim üzerine öteki beş kızının ve bazı tanıdıklarının daha resmini yaptırdı, takdirlerini kazandım, böylece kendileri tarafından ve bütün masraflarım karşılanarak Paris’e öğrenime gönderildim. Bu vesileyle hayatımda mutlu bir dönüm noktası olmuştur.[4]
1911 ile 1913 yıllarında Paris’te “Sanat Eğitimi” gören Feyhaman Duran, o yıllarda aynı amaçla Paris'te olan genç Türk ressamlarının da devam ettiği Academie Julian’da Jean Paul Laurens Atölyesi’ne kaydoldu. Bu sıralarda ortaya çıkan İzlenimcilik akımına yakınlık duydu.

I. Dünya Savaşı başlayınca yurda döndü. 1916’dan itibaren Galatasaray Sergileri'ne her yıl düzenli katıldı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nın sergilerinde yer aldı. Harp Mecmuası’nda çalışarak, “Savaş Resimleri” yaptı. Birinci Galatasaray Sergisi’nde Prof. Dr. Akil Muhtar adlı portresi ile “Gümüş Madalya” ve Zikr-i Cemil ödülünü aldı.
 
1919 yılında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ne (Kız Güzel Sanatlar Akademisi) "Usul-ü Tersimé öğretmenliğine getirildi. Ömer Adil Bey'den sonra bu okulda müdürlük yaptı.
1922 yılında öğrencisi Güzin Hanım'la evlendi. 1923'te Türk Ressamlar Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 1926'da Sanayi-i Nefise Birliği, 1929'da Güzel Sanatlar Birliği adlarını alan dernekte yöneticiliği ömrünün sonuna kadar sürdürdü.
Kız ve Erkek Sanayi-i Nefise Mekteplerinin birleştirilmesi sonucu İnas Sanayi-i Nefise Mektebi kapanınca, artık karma eğitim veren Sanayi Nefise Mektebi'nde 1927’de Usul-ü Tersim, 1933’te ise “Resim Atölyesi” öğretmenliğine atandı.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği yurt gezileri kapsamında 1938 yılında Gaziantep'e gönderildi. Buradan on yapıtla dönen Feyhaman Duran 1939 Ocak ayında İbrahim Çallı ve Ayetüllah Sümer birlikte İsmet İnönü'nün portresini yapmak üzere Ankara'ya çağrıldı.
Deniz Müzesi için minyatürleri, 1940’larda eşi ile birlikte Topkapı Sarayı için resimler yaptı. Arkadaşı Sami Yetik’in “Ressamlarımız” adlı üç ciltlik kitap kapağı tasarladı. İbrahim Çallı ve Sami Yetik ile Vezneciler’de Zühal Kırtasiye Mağazası’ndaki atölyede resim dersleri verdi.
1951 yılında emekli oldu. Emekliliğinde çalışmalarını sürdürdüğü Beyazıt'taki evini müze olarak İstanbul Üniversitesi'ne bağışladı. 6 Mayıs 1970'te İstanbul'da öldü.

Kaynakça

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Figaro'nun Düğünü

Figaro'nun Düğünü asıl İtalyanca ismiyle Le nozze di Figaro, ossia la folle giornata (çeviri: Figaro'nun Düğünü veya Delilik Günü) K. 492 katalog sayılı bir opera buffa (komik opera)'dir. 1786'da Wolfgang Amadeus Mozart tarafından bestelenmiş; liberettosu Lorenzo Da Ponte tarafından hazırlanmıştır ve bir sahne piyesi olan 1784'te Pierre Beaumarchais tarafından Fransızca olarak yazılmış olan La folle journee ou le Mariage de Figaro (Bir Delilik Günü veya Figaro'nun Düğünü) eserden adapte edilmiştir.
Mozart'in bu opera eseri Viyana'da ilk oynanışında çok başarı kazanmaktayken, Viyana'da bu operaya kaynak olan Beaumarchais'nin yazdığı tiyatro eseri Fransız Devrimi'nden 10 yıl önce aristokratlarla alay ettiği için zararlı yayın olarak görülmüş ve sahnede oynanması yasaklanmıştı. Mozart'ın bu opearasının uvertürü özellikle ünlüdür ve çok kere tek başına orkestra eseri olarak konserlerde icra edilmektedir. Buna bir neden uvertürde bulunan müziksel parçaların (Kont'un aryasının ufak bir kısmı hariç) opera içinde bulunmamasındandır.

Besteleme

Bu opera besteci Mozart ile liberetto yazarı Da Ponte arasında yapılan çok ünlü işbirliği ile ortaya çıkartılan üç operadan birincisidir. Daha sonraki işbirliği sonucu Don Giovanni ve Cosi fan tutte operaları yaratılmıştır. Beaumarchais'nin tiyatro eserini operaya çevirmek fikri Mozart tarafından ortaya atılmış ve Mozart bu tiyatro eserinden liberetto yapması için Da Ponte'ye sipariş vermiştir. Da Ponte 6 hafta içinde tiyatro eserini şiirsel bir dille İtalyanca olarak ve eseri aslında bulunan politik referanslardan arındırarak, liberettoya çevirmiştir. Mozart bu hazırlanan liberettoya göre hiç müzik bestelemeye başlamadan, Avusturya İmparatoru II. Josef liberetto metinini gözden geçirip kabul etmiştir.
İmparatorluk İtalyan Opera kumpanyası Mozart'ta bu eseri için sadece fiks olarak 450 florin ödeme yapmıştır. Bu Mozart'in daha önce Salzburg'da hükümdar piskoposluk sarayı müzisyeni olarak hazırladığı bestelerden aldığı ücretlerden birkaç misli daha fazla idi. Da Ponte'ye ise 200 florin ödeme yapılmıştır.
Bu ünlü, görkemli opera eserinin sonra gelecek nesiller için korunmasında Avusturya İmparatoru II. Josef çok önemli bir rol oynamıştır. II. Josef İmparatorluk Sarayı'nda temsil edilebilecek bir opera eseri hazırlanmasına emir vermiş ve Viyana'da bulunan zamanın tanınmış bestecileri kendi eserlerini bir imparatorluk komisyonuna sunmuşlardı. Bunlar arasında daha Viyana'da ismi opera bestecisi olarak duyulmamış Mozart da Figaro'nun Düğünü eseriyle bulunmaktaydı. Mozart eğer eseri kabul edilmezse tüm besteyi ateşe atıp yakmaya kararlı olduğu bildirilmektedir. Ancak II. Josef, Mozart'ın eserini seçmiş ve böylelikle eserin yanıp kaybolmasını önlemiştir.
 

Eserin gala temsilleri

Figaro'nun Düğünü'nün prömiyeri Viyana'da 1 Mayıs 1786da Burgtheater'da yapılmıştır. İlk iki oynanışında orkestra şefliğini, o zamanın modasına uygun olarak klaveli enstrümanda, Mozart şahsen yapmıştır. Bundan sonra opera aynı sezonda 6 defa daha oynanmış bunlarda orkestra Franz Weigl tarafından yönetilmiştir. Bu operanın bu tiyatroda arka arkaya dokuz defa oynanışı (daha sonra Sihirli Flüt'ün gün aşırı olarak aylarca oynamasına karşılık pek ufak bir sayıda olduğu görülmekle beraber) zamanına göre bu çok büyük bir başarı sayılmaktaydı. Promiyer gala gecesi seyirciler beş aryayı devamlı alkışla tekrar (ankor) ettirmişler ve 8 Mayıs'daki oynanışta yedi arya seyirci isteği üzerine tekrar (ankor) edilmiştir. Burgheater'inda genel idarecisi olan İmparator II. Josef bir emir vererek üçüncü oynanıştan itibaren tekrarlamaların birden fazla olmamasını istemiş ve bunun için özel yaftalar hazırlanıp opera ilanı üstüne yapıştırılmıştır. Zamanın Viyana gazeteleri de bu eseri çok övmüşlerdir.
İmparator Haziran 1786'da bu eserin İmparatorluk Laksenberg Saray tiyatrosunda özel olarak oynanmasını seyretmiştir. Viyana'da 1787 ve 1788de bu eser oynanmamış ama 1789'da eser tekrar sezona alınmıştır. Bu sefer Mozart yeni soprano sesine daha uygun olması nedeniyle Susanna için iki yeni soprano aryasını esere eklemiştir.
Bu opera Aralık 1786'da Pasquale Bondini kumpanyası tarafından Prag'daki galası yapılmış ve bu çok büyük bir sansayon yaratmıştır. Mozart Prag'a gitmiş 17 Ocak'da operayı dinlemiş' 22 Ocakta ise orkestra şefliği görevini yapmıştır. Figaro'nun Düğünü'nün Prag prodüksiyonunun bu başarısı neden ile Prag'daki kumpanya yeni bir Mozart/Da Ponti operası (Don Giovanni) ısmarlamış ve bu operanın 1787'de Prag'da prömiyeri yapılmıştır.
Çok ünlü bir besteci olan Haydn
1790da müzik direktörü olduğu Esterhazi şatosunda opera eserinin kendi kumpanyası tarafından tekrar edilmesi için hazırlıklar ve provalar yapmış, ancak patronu olan Nikolaus Esterházy'nin ölümü üzerinde bu eser orada oynanmamıştır.

Rol dağılımı

 
RolSes tipiPrömiyer için roller, 1 Mayıs 1786
Orkestra Şefi: W.A. Mozart
Kont AlmavivabaritonStefano Mandini
Kontes AlmavivasopranoLuisa Laschi
SusannasopranoAnn Storace
Figarobas veya baritonFrancesco Benucci
Cherubino,
Kont'un yanında soylu genç
mezzo-sopranoDorotea Bussani
Marcellinamezzo-sopranoMaria Mandini
Bartolo,
Sevilla'li doktor
basFrancesco Bussani
Basilio,
Kontes'in müzik öğretmeni
tenorMichael Kelly
Don Curzio,
yargıç
tenorMichael Kelly
Barbarina,
Antonio'nun kızı
sopranoAnna Gottlieb
Antonio,
Kont'un bahçivanı, Susanna'nın amcası
basFrancesco Bussani
Köylüler, uşaklar (Koro)

Enstrümentasyon

Figaro'nun Düğünü'nün orijinal kompozisyonu iki flüt, iki obua, iki klarinet, iki fagot, iki korno, iki trompet, timpani ve yaylı çalgılar gerektirmektedir. Resitatifler klavsen ve viyolonsel eşliği istemektedir.

Konu özeti

Figaro'nun Düğününün olayları Sevil Berberi operasındaki olaylardan sonra geçmekte ve İspanya'da Almaviva Kontu'nun sarayında geçen tek bir günde oluşmaktadır. Rosina şimdi Kontesdir ve kocası Kont, şahsi valesi olan Figaro'ya aşık olup onunla evlenmek isteyen Susanna'yı ayartmaya çaba göstermektedir. Kont kendinin soylu genç hizmettarı olan Cheribino'nun karısı Kontese ilgi gösterdiğini hissedince Cheribino'yu aradan bertaraf etmek için onun kendi askerî alayında bir subay olması için destek sağlar. Figaro, Susanna ve Kontes birlikte bir entrika hazırlayarak Kontu utandırmaya ve karısına ihanet etmek isteğini açığa çıkarmaya karar verirler. Bu sırada Figaro, Bartolo ve Marcellina ile bir uyuşmazlığa girer ve bu onların öz oğlu olduğu gerçeğini öğrenmesi ile sonuç bulur. Geceleyin herkes kendilerini Sarayın bahçesinde bulur ve bir seri komik olarak hüviyet karışıklıkları sonucu Kont kendinden utandırılır ama Kontes tarafından af edilir.
Mekan: Kont Almaviva'nin sarayı İspanya'da Sevil'den üç fersah uzakta olan Aguas-Frescas Şatosu.

1. Perde


 
Figaro çifte verilecek şato odasına evlilik yatağının sığıp sığmayacağını bulmak için oda büyüklüğünü ölçmektedir. Aynı odada bulunan Susanna ayna önünde nikah sırasında giyeceği boneyi denemektedir. (Modern yapımlarda bone yerine daha Fransız geleneğine uygun olan çiçekten yapılmış taç şeklinde başlık veya tülden duvak kullanılmaktadır. Fakat operada adı geçen "capelinno" sözcüğüne uymak için bunlar bone ile birlikte de olmaktadır.) (duet: Cinque, dieci, venti, trenta — "Beş, on, yirmi, otuz"). Figaro bu yeni odadan memnundur, fakat Susanna çok daha az memnun görülür. Bu odanın Kont'un dairesine yakın olmasından Susanna hoşnutsuzdur. Kont son günlerde ona kur yapmaya başlamış görünmekte ve güya derebeylik zamanlarından kalma hakkı olan, bir baronun emri altındaki herhangi bir hizmetçi kızın evlenmesinden bir gece önce baronla yatması şeklindeki, "baronluk hakkını" kullanmayı planladığından şüphe etmektedir. Kont Rosina ile evlendiği zaman bu hakkından vazgeçmiş olmakla beraber, şimdi kurnazca bu hakkın yeniden kullanmasını geri getirmek istemektedir. Figaro buna çok sinirlenir ve Kontu bundan caydırmak istemektedir. (Cavatina: Se vuol ballare, signor contino — "Kont efendi, eğer dans etmek istiyorsan").
Figaro odadan ayrılır ve Dr. Bartola, evinin eski kahya kadını olan Marcellina ile birlikte odaya girer. Marcellina, Bartola'yu avukatı olarak tutmuştur. Figaro Marcellina'dan borç para almış ve bunu zamanında geri ödeyemezse onunla evlenmeye söz vermiştir. Şimdi zamanında ödeme yapmadığı için Marcellina Figaro'yu sözünü tutmaya zorlamak istemektedir. (Sevil Berberi operasında görülebildiği gibi), Figaro'nun Kont ile Rosina'nın birlikte olmasına yardım etmesinden hâlâ kırgın ve kızgındır ve komik acayip bir avukat konuşması ile, Marcellina'ya yardım edeceğine söz vermiştir. (Arya: La vendetta — "İntikam")
Bartola odadan ayrılır. Susanna geri gelir ve Marcellina ile Susanna birbirlerine gayet nazik olarak karşılıklı nezaketli hakaretler yağdırırlar. (duet: Via, resti servita, madama brillante — "Nefis harika madam, sizden sonra"). Rakibinin yaşlılığına kompliman yapan Susanna'nın, bu nazik sözlerle karşılıklı hakaret çatışmasından üstün çıktığı görülür. Marcellina buna kızıp odadan ayrılır.
Hemen Cherubino odaya girer ve yeni olarak tüm kadınlara karşı duyduğu zaaf ve aşklarını anlatmaya koyulur. Özellikle kendinin "güzel vaftiz annesi" olan Kontes'e karşı duyduğu aşktan bahsedip Kont'a karşı durmak için Susanna'dan destek ister. (Aria: Non so più cosa son — "Artık ne olduğumu bilemiyorum.") Kont, Cherubino'yu bahçıvanının kızı olan Barbarina ile sevişmekte yakaladığı için Cherubino'ya karşı bu aşk oyunları yüzünden kızgındır ve ona bir ceza vermek istemektedir. Cherubino Susanna'dan kendisini nâmına Kontes'le konuşmasını ve ona olan aşkını anlatmasını ister.
Kont odaya girer ve Kont'a Susanna ile yalnız olduğunu göstermek istemeyen Cherubino koltuğun arkasında saklanır. Kont Susanna'yı yalnız bulma fırsatını kaçırmak istemeyerek Susanna'ya karşı cinsel isteklerini şahsen açıklar ve bu arada eğer Susanna bu tekliflere olumlu yanıt verirse ona malî destek bile verebileceğini bildirir. Yapmacıklı bir kibar kişi olan Basilio odaya girer. Kont Susanna ile yalnız olduğunu göstermemek için koltuk arkasına saklanır. Zaten orada saklanmış bulunan Cherubina tam anında oradan kaçar; koltuğun üstüne oturur ve Susanna bir acele hareketle oturan Cherubina'nin üzerine bir elbise atıp onu tekrar saklamayı başarır. Şimdi Kont koltuğun arkasında saklıdır ve Cherubina koltuğun üstünde oturup elbise ile saklıdır.
Basilio Susanna'ya saraydaki dedikodular, özellikle Cheribuno'nin Kontese karşı gayet açık olan aşık tavırları, hakkında konuşmaya başlar. Kont buna çok sinirlenip saklandığı koltuk arkasından çıkar. Cherubino'yu Barbarina'nın odasında bir masanın altında nasıl bulduğunu anlatırken nasıl masa üstündeki bir elbiseyi kaldırdığını göstermek için odadaki koltuktaki elbiseyi kaldırıp alır; ve yine Cherubino'nun orada olduğu ortaya çıkar! Genç adam hemen ceza almaktan, odaya dans ederek giren Kont'un malikanesinde yaşayan köylüler grubunun gelmesi ile kurtulur. Bu köylüler dans grubu, Susanna ile Figaro'nun evliğinin Susanna'nın önceden Kont'un yatağına girmeden olacağına dair Kont'tan acıkça bir söz almak niyetiyle, Figaro tarafından organize edilmiştir. Ancak Kont Figaro'nun bu planını açık bir söz vermekten kaçınarak başından savmayı başarır. Fakat Kont hala Cherubino'yu cezalandırmakta ısrarlıdır, ancak genç Kont'un Susanna'ya yaptığı uçarı teklifleri işitmiş olduğunu Kont'a ima eder. Bu örtülü şantaj dolayısıyla Kont gönülsüz olarak onu affeder. Fakat hemen soylu gencin askerlik hizmeti yapmak üzere Sevil'e gönderilmesini emreder. Figaro gence bu yeni, hiç kadın bulunmayan, sert askerlik hayat ortamı hakkında nasihat verir. (Arya: Non piú andrai — "Artık hiç oynaşmak yok").

2. Perde

Kontesin Yatakodası
Kontes kocasının vefasızlığından yakınmaktadır(Arya: Porgi, amor, qualche ristoro — "Sevgilim, bana biraz avuntu sağla"). Susanna odaya Kontes'in o gün için giyinmesine yardım etmek için girer. Kont'un son olarak kendisine yaptığı kurdan ve tekliflerden Kontes'i haberdar ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü Kontes'in sorduğu sorulara verdiği yanıtta Kontes'in şimdi tam olarak bilgilere sahip olduğunu ve Kont'un kendini sadece "ayartmaya" çalışmadığını ve kendini ona vermesi karşılığında para vermeyi içeren bir kontrat teklif ettiğini ilave eder. O sırada Figaro girer ve Kont'u aldatmak için bir plan hazırlanır. Buna göre Susanna Kont'a onunla geceleyin bahçede buluşabileceği hakkında bir not verecektir; kadın elbisesi giymiş olan Cherebino onu orada bekleyecektir ve Kontes oraya gelip tam cürüm işlerken yakalayacaktır. Bundan başka Figaro zaten Basılio vasıtası ile Kont'a bir mektup gönderip ona Kontes'in kendi başına o gece bir randevuya gideceğini bildirmiştir.
Susanna Cherubino'yu odaya alır ama odanın kapısını kilitler. Buna neden kontes'in eğer odada Cherubino'yu bulursa göstereceği aksi reaksiyondan korkmakta olmasındır. Susanna ona Kontes hakkında yazdığı bir şarkıyı söylemeye ikna eder (arya: Voi che şapete che coşa é amor — "Aşkın ne olduğunu bilen siz hanımlar, bakın benim kalbimde aşk var mı?"). Bu şarkı bittikten sonra Cherubino'ya kadın elbiseleri giydirmeye başlarlar (Susanna'nın aryası: Venite, inginocchiatevi! — "Gel, benim önümde diz çok.") Bu sırada Kontes Cherubino'ya verilen askerliğe tayin vesikasını görür ve bu böyle bir resmi vesika için gereken mühürü ihtiva etmemektedir. Mutlaka Kont çok telaşlı hareket ettiği için mühür yüzüğünü kullanıp bu vesikayı mühürlememiş olmalıdır diye bir açıklama yapar. Susanna Cherubino'ya giydirmek için diğer bazı kadın elbiselerini kendi odasından getirmek için odadan ayrılır. Kontes ve Cheribino birlikte Susanna'nın dönmesini beklerken, birden Kont'un oraya gelmekte olduğunu duyarlar. Cherubino hemen büyük elbise dolabı içine girip saklanır. Kont kapıya gelir ve kilitli kapının açılmasını ister ve Kontes biraz gönülsüzlükle ona kapıyı açar. Kont odaya girer. Basılio vasıtasıyla Figaro'nun göndermiş olduğu nottaki bilgiler dolayısıyla çok öfkelidir. Elbise dolabı içinden gelen bir tıkırdı duyar. Dolabın kapısı açmaya çalışır ama kapı kilitlidir. Kontes bu sesin gelinlik elbisesini dolap içinde denemekte olan Susanna olduğu yalanını yanıt olarak verir. Bu sırada Susanna bir kadın elbisesi taşıyarak kimse görmeden gizlice odaya girmiştir. Ne sorunun ortada olduğunu anlayınca, eğer kendini gösterirse Kontes'in yalanının ortaya çıkacağını bildiği için, hemen saklanır. Öfkeli ve kuşkulu olan Kont dolap kapısını açtıracak birisini bulmak için Kontes'le birlikte odadan ayrılır. Ama oradan ayrılırken yatak odasındaki bütün kapıları kilitler. Böylece odada bir davetsiz misafir varsa kaçması imkânsiz olacağını umar. Onlar gidince Susanna saklandığı yerden çıkar. Cherubino'yu kıtlı dolaptan çıkarır ve onun yerine dolaba kendini kapatır (ikili: Aprite, presto, aprite — "Kapıyı aç, çabuk aç!"). Cherubino ise pencereden atlayıp odadan kaçar.
Kont ve Kontes geri gelirler. Kontes Cherubino'nun dolapta saklanmış olduğunu itiraf eder. Buna öfkelenen Kont kılıcını çeker; Cherubino'yu öldüreceğini söyleyerek dolabın kapısını açar. Fakat her ikisi de şaşırıp kalır; çünkü dolapta sadece Susanna bulunmaktadır. Kontes, Kont'a Cherubino'nun dolapta bulunduğunu söylemesinin nedeninin Kont'u denemek olduğunu bildirir. O zaman, kıskançlığından utanç duyan Kont karısından kendini affetmesi için yalvarmaya başlar. Kont nasıl olup da Kontes'i vefasızlıkla itham eden bir pusulanın kendi eline geçtiğini büyük bir ciddiyetle Kontes'e sorar. Kontes bu pusulanın Figaro tarafından yazıldığını ve Basılio tarafından iletildiğini açıklar. Tam o sırada Figaro odaya girer. Hazırlığı sona ermiştir ve evlenme kutlamalarının başlaması için Kont'un emir vermesini beklemektedir. Fakat Kont ona daha beklemesini ve kendine Basilio tarafından getirilen imzasız mektubu kimin yazdığına hemen cevap vermesini ister. Figaro bu soruya yanıt vermekten yan çizer. Fakat tam bu sırada alkolik bahçıvan gelerek bir adamın kaçmak için fidelik karığına pencereden atladığını ve içine fide olarak dikilmiş karanfil çiçeklerinin çoğunu tahrip ettiğini şikayete koyulur. Antonio kaçan adamın düşürmüş olduğu bir mektubu da getirmiştir. Figaro pencereden atlayan kişinin kendisi olduğunu ve bu nedenle ayağını da incittiğini söyler. Fakat bulunan mektup Cherubino'nun askerliğe tayini hakkında bir vesikadır. Onu daha önce görmüş olan Kontes ve Susanna hemen bu mektubun ne olduğunu anlarlar ve bunu fısıldayarak Figaro'ya bildirirler. Figaro durumun kurtarmak için bu vesikanın Kont'un mühürünü istediğini ve bunun için Cherubino tarafından kendine verildiğini söyler.
O sırada Marcellina, Bartalo ve Basılio gelirler ve Marcellino Figaro'dan kontrattaki yüklemini yerine getirmesini (yani kendisiyle evlenmesini) ister ve bu nedenle bir dava açmaktadır. Kont bu gelişmeden çok memnun olmuştur. Hakim sıfatıyla Kont davayı inceleyip hüküm vermesi gerektiği için nikah/düğün ertelenir. Sahne çok fırtınalı bir yedili şarkıyla sona erer. Bundan çok telaşlanan ve tedirgin olan Kontes baygınlık geçirir.

3. Perde

Nikah kıyılma için salon
 
Daha önceki olaylara şaşırıp kalmış olan Kontes durumu gözden geçirmektedir. Kontes'in ısrarları üzerine Susanna odaya girer ve Kont'la daha sonra buluşma için hazırlık yapmayı kabul eder. Crudel, perché finora — "Merhametsiz kız, ne diye şimdiye kadar isteksiz davranıp bana acı çektirdin"). Susanna Kontes'in kendisinin Susanna'nın elbiselerini giymiş şekilde ve sanki Susanna gibi Kont'la buluşmaya gitme planını bilmektedir. Susanna odadan ayrılırken Figaro'ya bu durumda isteğinin yerine gelmesinin gerçekleşeceğini söylediğini duymuştur. Kendisinin bir aldatmacaya getirildiğini anlayan Figaro'yu cezalandırmak için onu Marcellina ile evlenmeye zorlamaya kararlaştırır.(Arya: Hai già vinta la causa — "Sen istediğin sonuca şimdiden eriştin mi?")
Figaro'ya karşı Marcelino tarafından getirilen dava devam eder ve yargı hükmü Figaro'nun Marcellino ile evlenmesidir. Figaro bu hüküm aleyhinde temyiz mercii olan Kont'a başvurur; fakat Kont dava hükmünü destekler. Fakat Figaro kendini soylu asıldan doğumlu olduğunu ve daha bebek iken soylu ailesinden kaçırıldığını açıklar. Ortaya çıkan gorüşmelerden sonra Figaro'nun Bartalo ve Marcellina'nin çok uzun zamandır kaybolmuş gayri-meşru oğlu olduğu gerçeği ortaya çıkar. Çok duygulu ve sevinçli bir aile birleşmesi kutlaması sahnesi ortaya çıkar. Bir anne ile oğlunun birbiriyle evlenmesinin imkânsız olduğu için Figaro aleyhine verilen yargı hükmü de düşer. Tam bu kutlamalar sevinci yaygın iken Susanna Figaro'nun ödeyemediği borcunu karşılamak için bulduğu parayla sahneye girer. Ana ogul olan Figaro ile Marcellina birbirini kucaklamakta olduğunu görünce Figaro'nun Marcellino ile olacak evliliği sevinçle kabul ettiğini sanır. Büyük zorluklarla ortaya çıkan gerçek, Susanna'ya kabul ettirilir ve Susanna da bu sevinçli kutlamaya katılır. Bartolo bundan çok duygulanmış olup; hemen Marcellina'ya evlilik teklif eder; bu kabul edilir ve o akşam iki evlilik ve düğün kutlanacaktır.(Sekstet: Riconosci in questo amplesso una madre — "Bu kucaklama ile bir anneyi kabul ederim.")
Herkes ayrıldıktan sonra tek başına kalan Kontes saadetinin kaybolması hakkında derin düşünceye girer (Arya: Dove sono i bei momenti — "Nerede onlar; o güzel anlar?". Susanna giriş yapar ve Kontes'e Kont'u o gece bir tuzağa düşürmek için hazırlanan planlar hakkında ek bilgiler verir. Kontes Susanna'ya Kont'a verilmek uzere bir pusula yazdırtır ve buna göre Susanna'yla o akşam "çamlar altında" buluşma imkânı olduğu açıklanır. Kont'a hüviyetini açıklamak için bu pusulaya ekli olan bir iğneli broşu getirip buluşma sırasında geri verme talimatı da verilir. (duet: Sull'aria… Che soave zeffiretto — "Hafif bir rüzgar esmede; ne tatlı hafif Batı rüzgarı")
Genç köylülerden oluşan bir koro Kontes'e seranat söylemek gelirler. Aralarında kız kıyafetine bürünmüş olan Cherubino da bulunmaktadır. Kont da Antonio ile birlikte gelir. Fakat genç soylunun kıyafet değiştirip orada bulunmasını görünce gayet sinirlenir. Fakat Antonio'nun köyde yetişmiş kızı olan Barbarina ona Kont'un verdiği sözü hatırlatınca sinirleri gevşer. Bu söz "Barbarina, eğer beni seversen, isteğin herhangi bir şeyi sana vermeye hazırım." şeklinde olmuştur ve şimdi Barbarina'nın Kont'tan bir isteği olmaktadır; Barbarina Cheribino ile evlenmek istemektedir. Bundan utanan Kont Cheribino'nun, nikah merasimi için kalmasını kabul eder.
Sahne iki çiftin nikah töreni ile sona erer. Bu tören sırasında Susanna Kont'a bir pusula verir. Figaro bu pusulayı ve pusulaya iliştirilmiş olan iğneli broşu görür ve bunu Kont'un yeni bir sevda randevusu hazırlığı için olduğunu sanıp kendi kendine güler. Yeni nikahlanmış olan iki çift sevinç içinde eğlenirken perde kapanır.

4. Perde

Gece karanlığında bahçe
Kendine verilen direktifleri harfi harfine uygulayan Kont iğneli broşu Susanna'ya iade etmek için Barbarina'ya vermiştir; ama Barbarina onu kaybetmiştir (arya: L'ho perduta, me meschina — "Kaybettim onu, ne yazık bana"). Figaro ile Marcellina Barbarina'yi görürler ve Figaro ona ne yaptığını sorar. Broşun Susanna'ya ait olduğunu duyunca, özellikle iğneli broşun Kont'un gönderdiği mektuba ilişkili olan takı olduğunu tanıdığı için, Figaro'nun kıskançlık duyguları iyice depreşir. Susanna'nın kendine bildirmeden Kont'la buluşup görüştüğünü düşündüğü için bunu annesine şikayet eder ve Kont'tan ve Susanna'dan intikam alacağına ant içer. Marcellina daha sakınmalı bir davranış göstermesini ister ama Figaro onu dinlemez. Figaro hemen ayrılır. Marcellino Susanna'yı Figaro'nun yapabileceklerine karşı temkinli olması için ikaz etmeye karar verir. Marcellino nasıl vahşi hayvanların birbirleriyle iyi geçinebildikleri halde güya makul olan insanların bunu başaramadıkları hakkında bir şarkı başlatır ve insanların zalimliklerine karşı intikam almaya söz verir (Arya: Il capro e la capretta — "Erkek keçi ve dişi keçi")
Kıskançlıkla harekete geçmiş olan Figaro, Bartalo ve Basilio'ya onlara işaret verdiği zaman kendine destek sağlamalarını istediğini söyler. Basilio Figaro'ya bunun bir aptallık olacağını ve bir zamanlar kendinin de şu anda Figaro gibi saçmalıklar yapmaya eğilimli olduğuna; nasıl "Donna Flemma" tarafından aklının başına getirildiğine ve bundan sonra kadınların fendine karşı devamlı tedbirli davrandığına dair bir hikâyeyi anlatmaya başlar (arya: In quegli anni — "Gençlik yıllarında...."). Her ikisi de odadan ayrılır. Figaro kadınların vefasızlığı hakkındaki derin düşünceler ile kendi kendine söylenir (aria: Aprite un po' quegli occhi — "Gözlerini açık tut"). Susanna ve Kontes birbirlerinin elbiselerini değişip giymiş halde salona girerler. Susanna'ya Figaro'nun kuşkularını ve planlarını anlatmış olduktan sonra, Marcellina da onlarla birliktedir. Planı tekrar gözden geçirdikten sonra Marcellina ve Kontes ayrılırlar. Susanna çok sevdiği Figaro'nun sanki yakında olup şarkısını duyacağını bilmiyormuş gibi kasten bir aşk şarkısı söylemeye başlar (Arya: Deh, vieni, non tardar — "Gel gecikme gel"). Figaro bir çalı arkasında saklanmaktadır ve Susanna'nın bu şarkısının (ayni Susanna'nın tasarladığı gibi) Kont hakkında olduğunu düşünerek kıskançlık duyguları daha da artar.
Kontes Susanna'nın elbisesini giymiş şekilde gelir. Maalesef tam bu sırada Cherubino da gelmiştir ve Kontes'i elbisesinden dolayı Susanna sanarak onu öpmeye çalışır. Fakat bunu başaramaz; çünkü Kont engel olur. Kont (esasında Susanna'nin elbisesini giymiş Kontes olan) Susanna sandığı kişiyi kovalamakta; fakat onu yakalayamamaktadır. Biri kaçıp diğeri kovalarken yakında bulunan Figaro ile karşılaşırlar. O anda Kontes'in elbiselerini giymiş Susanna da aynı yere gelir. Figaro ona Kont'un kötü niyetlerinden şikayete başlar, ama karşısındakinin nişanlısı olduğunu birden anlar. Figaro renk vermeyip bu aldatmacaya devam eder ve sanki o Kontes'miş gibi saygılarını göstermeye devam eder. Bu sefer Figaro'nun bu aldatmacayı anlamadığını sanan Susanna bunu kıskanmaya başlar. Figaro'nun Kontes'e kur yapmaya başladığını sanıp suratını tokatlamaya başlar. Sonunda Figaro sesinden onun Susanna olduğunu tanıdığına onu inandırır ve birbirleriyle barışırlar.
Kont'un geldiğini fark eden Figaro aldatmacasına devam ederek sahte Kontes'e aşkını anlatır. Buna çok sinirlenen Kont, uşağının karısını ayartmaya çalıştığını yüksek sesle ilan eder ve silahlı adamlarını ve diğer uşaklarını bağırarak oraya çağırır. Bartolo, Basilio ve Antonio yanan meşalelerle gelirler; etraf aydınlanır ve Kont, Cherubino, birer birer Barbarina, Marcellina ve sahte "Kontes"'i pavyonun arkasından çekip getirir. Kont uzun bir paylama konuşması yapıp Figaro ve sahte Kontes'i affetmeyeceğini bildirir. Bu sırada asıl Kontes'de ortaya çıkar ve gerçek hüviyetini hemen açıklar. Kont, Susanna sanıp kur yapıp ayartmaya çalıştığı kişinin gerçekten kendi karısı olduğunu birden anlar. Hemen karısı önünde diz çöküp ondan kendini af etmesini ister (Contessa, perdono — "Kountes, affet beni"). Kocasından daha iyi kalpli olan Kontes kocasını affeder (Piú docile io sono — "Ben senden daha iyi kalpliyim"). Böylece herkes tatmin olur ve opera sona ererken düğün eğlenceleri başlar.

Seçilmiş ses kayıtları

YılRoller
(Figaro, Susanna, Count, Countess, Cherubino)
Orkestra şefi,
Opera evi ve Orkestra
Label
1955Cesare Siepi
Hilde Gueden
Alfred Poell
Lisa Della Casa
Suzanne Danco
Erich Kleiber
Wiener Philharmoniker
Audio CD: Decca
1959Giuseppe Taddei
Anna Moffo
Eberhard Wächter
Elisabeth Schwarzkopf
Fiorenza Cossotto
Carlo Maria Giulini
Filarmonia Orkestrası
Audio CD: EMI
1968Hermann Prey
Edith Mathis
Dietrich Fischer-Dieskau
Gundula Janowitz
Tatiana Troyanos
Karl Böhm
Deutsche Oper Berlin Orkestra ve korosu
Audio CD: Deutsche Grammophon
1981Samuel Ramey
Lucia Popp
Thomas Allen
Kiri Te Kanawa
Frederica von Stade
Georg Solti
Londra Filarmonik Orkestrası
Audio CD: Decca
1992Ferruccio Furlanetto
Dawn Upshaw
Thomas Hampson
Kiri Te Kanawa
Anne Sofie von Otter
James Levine
Metropolitan Opera Orkestra ve korosu
Audio CD: Deutsche Grammophon
2004Lorenzo Regazzo
Patrizia Ciofi
Simon Keenlyside
Véronique Gens
Angelika Kirchschlager
René Jacobs
Concerto Köln
Audio CD: Harmonia Mundi

26 Nisan 2017 Çarşamba

Arif Sami Toker,

Arif Sami Toker, (d. 14 Nisan 1926 Gelibolu - ö. 27 Nisan 1997 İstanbul) Türk bestekar, ses sanatçısı.
Arif Sami Toker Gelibolu'da doğdu. Sesinin güzelliği ortaokulun son sınıfında müzik öğretmenince fark edildi. Nota bilgisini okulda öğrendi. Öğretmenin girişimiyle İstanbul Konservatuvarı'na başvurduysa da yaşı küçük olduğu için kabul edilmedi. Ticaret Lisesi'nden mezun oldu. 18 yaşına kadar Batı müziğine ilgi duydu.
1944'te hafız ve tanburi Kemal Batanay'dan ders almaya başladı. Kısa süre sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne girdi. Emin Ongan'la repertuvar ve usul çalıştı. Aynı yıl İstanbul Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti'ne kabul edildi. Konservatuvarın müdürü Hüseyin Sadettin Arel'den müzik kuramı dersleri aldı. Kendi ifadesine göre, Lemi Atlı'nın son öğrencisi oldu.[1] Ayrıca bestekar Sadettin Kaynak ve Suphi Ezgi'den musiki dersleri aldı.
1945'te ilk kez Tepebaşı Gazinosu'nda sahneye çıktı. 1946'da Meliha Hanım'la evlendi. Çiftin çocuğu olmadı. Arif Sami Toker, İstanbul Radyosu'nun sınavını kazanıp 1950'den itibaren solist ve korist olarak görev yaptı.[2] Askerlik görevini yaptığı sırada İstanbul Radyosu'nda çalışmaya başladığı için bir süre mikrofonda Arif Coşkunay ismini kullandı.[1]
1941 yılında, 15 yaşında ilk şarkısı "Aşk Yolunda Avareyken"i besteleyen Toker, hayatının geri kalan 56 yılında çoğunun güftesi kendisine ait olmak üzere farklı makamlarda 500 civarında şarkı yazdı. Bir röportajda söylediğine göre saat 24.00'ten sonra çalışmayı seviyor, kimi zaman bir gecede iki beste yapıyordu. Müzikolog, tarihçi Yılmaz Öztuna, saz semaileri, peşrevler, oyun havaları dahil toplam eser sayısını 1300 olarak vermektedir. Toker, gazino kültürünün müziği zedelediğini düşündüğü için İstanbul Radyosu'na girdiği yıllardan itibaren sadece turneler vesilesiyle sahneye çıktı. 30 Anadolu turnesi gerçekleştirdi.
Ankara ve İstanbul radyolarında müzik yayınlığı şefliği yaptı. Son yıllarında felç geçiren ve yoksulluk çeken sanatçı, 71 yaşında İstanbul'daki Balıklı Rum Hastanesi'nde hayatını kaybetti.[3] Kozlu Mezarlığı'nda toprağa verildi[4].

Bazı tanınmış eserleri

Talihin Elinde Oyuncak Oldum[5]
Çek Küreği Güzelim, Uzanalım Göksu'ya
Artık Gelecek Sanma Sakın, Geçti O Günler
Ne Kadar Yalancısın, Nasıl İnandım Sana
Çıksam Şu Dağların Yücelerine
Bekliyorum Sevgilim, Sen Nerdesin
Ağlasam Faydası Yok
Gam Çekme Güzel, Ne Olsa Baharın Sonu Yazdır

Kaynakça

http://www.turksanatmuzigi.org/sanatcilarimiz/bestekarlarimiz/arif-sami-toker

Dış bağlantılar

  1. Şuraya git: 1,0 1,1 Arif Sami Toker'le röportaj, Zeki Tükel, 18 Kasım 1950, Radyo Haftası
  2. ^ Türk Musikisi Ansiklopedisi, Yılmaz Öztuna
  3. ^ Bestekar Arif Sami Toker'in hayatı
  4. ^ Arif Sami Toker Biyografisi
  5. ^ Talihin Elinde Oyuncak Oldum